Artık bir birliğimiz var. Bir ismimiz yok, birçok ismimiz var. Hayalciler... Sıfırlar... Varolmayanlar... Yoklar... Yarım yamalaklar... Hayalperestler... Olmayanlar... Hiçler... -Doğu Yücel (Var0lmayanlar)

24 Kasım 2014 Pazartesi

Meleklerim, Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun!

Bu blog günlük olmamalı belki ama öğretmenler günü ile ilgili birkaç kelam da ben etmezsem içimde kalacaktı. üstelik yazarken eskiye dalmak çok eğlenceliydi.
Geçen seneye kadar öğretmenlik mesleğinin çok sıkıcı olduğunu, tüm öğretmenlerin aslında kendi alanında üniversite görevlisi ya da ona benzer bir şey olmak isterken es kaza liselere, ortaokullara dağıtıldığına inanırdım.

Hakkını yiyemem ilkokul öğretmenim Kemal Demir, kulakları çınlasın, esaslı öğretmendi. Hele sonradan kardeşlerime denk gelen öğretmenleri gördükçe bunu daha iyi anladım. İlk öğretme resmen şah damarı hayatın. Saygıların en büyüğü, kucaklar dolusu sevgi <3 İlkokul 4-5 hocamın kulakları çınlayamaz, çığlıkları sağ olsun hala benim kulaklarım çınlamakta. Umarım emekli olmuştur. 

Ortaokulda çeşitli öğretmenlerim oldu. Büyük şoktu tabi o kadar farklı öğretmenin bir arada olması. Tüm öğretmenlerim bana birçok şey kattı ama üçünün sözleri hala bugünüme bir şeyler katmakta. 
Özlem Aksoy, ortaokul 1'de Türkçe öğretmenimdi. İçimdeki edebiyat canavarı yeni yeni kıpraşırken, tuttu kolundan kaldırdı. Her yazarın diline pelesenk olan 'edebiyat emek ister'i bin musibet ile üç yıl boyu çok güzel anlattı. 

Sevim Dumlupınar. Ne zaman karşılaşsak boynuna atılırım hala. Duruşu bile yeterliydi aslında ondan bir şey öğrenmek isteyenlere. Bahanelere sığınmamayı 14 yaşında öğrendim sayesinde. Mum icat edileli çok olduğundan elektrikler kesikti denmemeli mesela. Sonracığıma girişken olmalı, yeniliklere açık olmalı diye dönüp dolaşan öğretmenlere sormak isterim, çocuklarınıza, öğrencilerinize anlattınız mı nasıl? Sevim Hocam'dan öğrenin, buyurun, 'neden olmasın?' Bir ara sorduğum her soruya bu cevabı aldım. 'Olur mu?' değil 'Neden olmasın?' diye sormalı bir insan diyordu çünkü. 'Olur mu?' ya 'Hayır, olmaz' demekten kolay bir şey yoktur nitekim. Deneyiniz ve görünüz.

İnsan çok kez azar işitir hocalarından. O güne kadar hiçbir hocamın göz yaşı, hiçbir öğretmenimin siniri beni bu kadar üzmemişti. Beni üzen ve belki biraz da korkutan onun kalbini kırmış olmaktı. Varın değerini siz düşünün.


Gelelim liseye. 9. sınıfta akademik kısmı bir kenara atarsak İngilizce ve Kimya hocam dışında bana ileriye dönük olarak her hangi bir katkısı olan öğretmenim yok sanırım. Korkunç bir matematik hocam vardı, sayılır mı? Hala fonksiyon bilmem mesela :p

10. Sınıf ile ilgili söyleyeceklerim ise birçok kişiye ütopyayı andıracaktır. 

Bir öğrenci düşünün ki Pazartesi iki ingilizce ve iki edebiyat dersi var diye, okula uçarak gidiyor. İkisi de bir birinden mükemmel, duruşuyla, tarzıyla, ağzından çıkan her kelimesi ile mükemmel, fevkalade insanlar. Düşünün ya, pazartesi 4 ders boyu saate bakmazdım!

Merve Sağlar. Bir insan kariyerinin başında öğretmenliğe böyle tepkiliyken nasıl bu kadar efsane bir tip olmuş hala anlayamıyorum. Hani anlatılmaz yaşanır. Resmen yaşardı anlattıklarını üstüne bir de yaşatır, 'Keşke şu ders hiç bitmese' dedirtirdi bana. Bir keresinde decartes'tan bahsediyoruz, konu özgürlük, sınıfta bi kahve bile içemiyorsunuz diye sinirlenerek çıktı sınıftan. Resmen üzülmüştüm ders bitti diye. Oturun size İngiliz edebiyatındaki felsefi, psikolojik, sosyolojik her şeyi anlatsın. Bi susmadı be diye düşünen gitsin camdan atlasın. Net.

Işıl Çırakoğlu. Keşke diyorum 12. sınıfta tekrar öğretmenim olma şansı olsa da, ikinci yeniyi falan onunla işlesek ama çok geç :p Gerçekten geçen senenin en şanslı 10. sınıflarından biriydik. Hani dedim ya 'Neden olmasın?' sorunu sormayı öğrendim diye. 'Bal gibi olur'u da bu muhteşem insandan öğrendim. Ve hani hep sevdiklerimizin kalbini kırar, sonra kendimizinkini parçalarız ya, bunu Işıl Hoca'da yaşadım. Öyle çok seviyorum, hesap sizin. Öğretmen dedikodusu yaparken bile Hoca ekini atmadığım nadir hocalardan biridir kendisi. Bir öğretmenin öğrenci dedikodusunda dahi saygıyla anılması çok değerli bir şey bence. 

İkinci dönem doğum izninden gelen Aslı Hocam içinse yaşadığım duygu değişimi bile başlı başına bir ön yargı dersidir benim için. Aynı Işıl Hocam içinde söyleyebileceğim gibi bana edebiyat dersi hakkında ne kattılar bilmiyorum. Divan edebiyatı kesinlikle hoşuma gitmiyor. Türk edebiyatı işlerken farsça arapça deşifresi yapmak ilgimi çekmiyor ne yapayım... Her neyse, bu konu başka bir yazıya vesile olabilecek kadar uzun benim gözümde. Dediğim gibi ön yargı dersinin ardından gözlemleri ile ve yine hayata karşı duruşu ile mükemmel bir örnek o da benim için. O pek ihtimal vermiyor ama kesinlikle iletişimimin kopmasını istemeyeceğim öğretmenlerimden. Hayatıma getirilerini sayamam inanın. 

Necla Doğan. Çalışmalarımın en büyük pasifaktivisti. Her sözüme önem verip, ölümüne destekledi beni bir yıl boyu. Hala devam etmekte. Sevgiler hocam, seviliyorsunuz... <3

Eser Yapıcı. Matematik ile ilgili tüm dertlerimi dinleyip ciddi açıklamalarda bulunma zahmetine giren ilk kişi. Hiç değilse 1 ile 2 arasında sonsuzluğa rağmen 2 sayısının nasıl geldiğini az buçuk anlatabildi bana. Ah bir de şu okuma işiyle arasını düzeltse ;)

Bu yılın öğretmenleri ile ilgili henüz bir şey diyesim yok. Aslında var da, yok. Etik olacağını düşünmüyorum. Sevgim yanlış anlaşılır, çıkar meselesi yüzünden sövemem samimiyeti kalmaz. Hem daha kaç ay oldu da kesin yargıya varıyorum?

Bütün öğretmenlerin, en çok da yukarıdaki meleklerin öğretmenler günü kutlu olsun! <3 

PS: Yazımı bozmaması için ve belki o kısmı okumak istemeyen olur diye nefretlik hoca notlarıma aşağıda yer veriyorum:)

İlkokul 4-5'te karşılaştığım, İngilizce ile uzun süre bozuk kalmama neden olan İngilizce öğretmenime, G. Ç., selam olsun. Beğenmediğin kız bak nerelere geldi o İngilizceyle. Sayende kimsenin muhtaç kalmadığı anlamsız İngilizce savaşları verdim uzun süre. Sen de emekli olmuşsundur umarım. Aslında kovulmuş olman daha tatmin edici olur ama uzatmayayım.

Emekli olmadığını bildiğim ama emekli olması herkesin yararına olacak bir diğer isim; Y. İ
Aynı ilkokuldaki ilk İngilizce öğretmenim gibi bu hanım da hiç beğenmezdi beni. Tamam İngilizcem korkunçtu, kabul ama bu daha beter etmesi için geçerli bir sebep değildi. Bir sene boyunca çektiğim eziyetin ardından bakıyorum da o kadına katlanabilmemin en büyük yardımcısı 'Menopoz tabi kolay değil, yazıııkkk...' diye düşünebilmek olmuş. İyi yapmışım. Ha hocam, hazırlığı geçemez demiştiniz, bakın nerelerdeyim. Bu hissi anlatamam size. En büyük zaferiniz  en büyüğü 14 yaşındaki çocuklara, üstünüzdeki leopar kürkle hayvan haklarını anlatırken, laf sokmak olduğundan bilemeyebilirsiniz. Ah bir bilseniz bana ne çok şey kattınız. Mesela sizin gibi insanların profilini şıp diye anlayıp, zerre kadar önem vermemem konusunda çok yardımcı oldunuz. Kıssadan hisse çıkarmakta üzerime yoktur. 

8 Kasım 2014 Cumartesi

Paramparça - Duygu Asena [7/10]

Paramparça bir adam. Ruhu, bedeni, benliği, hisleri, sevgisi her şeyi paramparça. Başı sonu olmayan bir hikaye. Türkiye gibi bir yerde, hem de 10 yıl önce, çok az kişinin cesaret edebileceği bir konu.

AMA sadelik başka şeydir, boşluk başka. Kurguyu çok basit ve hafif buldum.  Amaç küçük bölge de yaşayan sıradan bir eş-cinseli anlatmakmış ama ben bu basitliği boşluk olarak gördüm. İyi bir okur olduğuma inandığımdan, tüm kibrim ve edebiyat konusundaki sınırsız öz güvenim ile olumsuz eleştiri yapma hakkım olduğunu iddia ediyor, kendimi savunmaya ihtiyaç duymuyorum. Bir eş-cinselin hayatındaki tek sorunsal seksmiş gibi kitap sadece isimsiz karakterimizin aşk hayatından bahsediyor. Hal böyle olunca aslında homoseksüellere kulak veren bu kitap bile onları 'ötekileştiriyor'. Evet, gelenekselcilerden farklılar ama 'öteki' olmaları için yeterli değil bence. Duygu Asena'nın da böyle bir amacı yok ama zayıf kurgu bunu hissettiriyor. Bu sorunsalı daha kaliteli bir olay örgüsü içine yerleştirmiş olsa ortaya daha çarpıcı bir eser çıkabilirmiş. Öte yandan sadece aşk hayatını konu alan bu kitap, gaylerin de aynı 'normal' insanlar gibi, yani karşı cinsle sevişmekten hoşlandığı için kendine normal diyen kişiler gibi, bir aşk ve seks hayatı olduğunu çok güzel anlatıyor. Öncelikle aşık oluyorlar. sadece sevişmeye odaklanmış ilişkileri yok, kirli sakal, uzun saç gibi tercihleri var, gördükleri her erkeği yatakta hayal etmiyorlar. Bu kadar ön yargıya maruz kalmalarının sebebi cinsel tercihlerindeki farklılık. Sarışın ya da esme olmakla eşdeğer bir fark işin özünde.

Herkesin kendi özeli olan cinsel yaşam; ilgilendiren, ilgilendirmeyen herkesin muhabbet konusu olmasaydı, homoseksüellerin hayatları daha kolay olabilirdi. Dünya da bu nasıldır bilemem ama ülkemizin en acı sorunlarından biri. Kadın olsun, erkek olsun evlenmemek gibi bir seçenek mümkün değil. Küçük bir kasaba da büyümüşseniz ve aileniz eğitimli de olsa cinsel tercihinizin  size ait olması mümkün değil. Hal böyle olunca, homoseksüel bireylerin kendilerine ve eşlerine büyük kazık atılmış oluyor. Evlenmeleri yeterli değil, en kısa zamanda çocuk gerek, kadın kadınlığını, adam adamlığını, kusurlu olmadığını kanıtlayabilsin diye.

Ülkemizin aydınları bile bazen bu durumu algılayamıyor ve tepki koyuyor.

"Arkadaşlarla ailece toplandığımızda bu konular açılıyor. Normal karşıladığını söyleyen, 'Bizi ilgilendirmez' diyenlerde var. Onlar hayretle ve sevgiyle bakıyorken, adam hemen ardından ekliyor. ' Onlarla aynı masaya oturuyorum ama kendimi lütfediyormuş gibi görüyorum, onunla oturmuş ve bunu ona lütfediyorum gibi.' Bir başkası ise, 'olabilir tabii, ne olacak canım, bu da onun tercihi' dedikten sonra , eşcinsellerle aynı odada bulunmaktan bile çok rahatsız olduğunu , bunun sanki erkekliğine zarar vereceğini, hakkında bir dedikodu çıkabileceğini düşünüp oradan uzaklaştığını anlatıyor.
Ben ne yapıyorum dersiniz? Okumuş, yazmış insanlar bile böyle şeyler söylerken ben ne diyebilirim sizce?
Ben de onlar gibi konuşuyorum." (sf 103)

Aydınlar bile böyle düşünüyorsa 6. baskının kapak tasarımının cuk oturduğunu söylemem gerek. (Hazır yeri gelmişken ekleyeyim yeni kapak eskisinden iyi olmamış.)Parçalara ayrılmış bir yazı ve birbirine uymayan iki yap-boz parçası. İsimsiz kahramanımızı daha iyi özetleyebilecek bir kapak olamazmış gibi, Ayşe Çelem Design'a da buradan tebrikleri iletmek gerekir.

10 yıl önce kaleme alınmış bu kitabı şimdi okuduğumda bile bu tepkileri şaşkınlıkla karşılamak yerine olağan karşılıyorsam, hala yapboz parçaları birbirine uymuyorsa,  bu ülkede yenmesi gereken daha birkaç kırk fırın ekmek var demektir.