Saat: 22 suları...
Saat geç duraktan eve yürüyesim gelmedi diye zaten dışarıda olan babama telefon ettim.
'Gel beni al.'
'Tamam yarım saat oyalan.'
'Eyvallah.'
Meydanda gündüz vakti ergen tayfanın sigara içmek için tünediği oturmalık yerlerden birine geçip oturdum. Atatürk Bulvarı'ndan Ulus'a doğru olan caddede kendim bildim bileli bir amca var. Oyuncak satıyor. Mevsimine göre. Böyle sıcak rüzgarsız günlerde havaya atılan renkli ışıkları olan bir şeyler satıyor. Saat geç ama (Ankara memur kenti, gece 10 geç bir saat) ramazan nedeniyle hayat devam ediyor. Gelen geçen her çocuk oyuncağa ilgi gösterdi. Hatta bazısı bir kere fırlatmayı bile denedi. Ama kimse almadı. Nedensiz bir hüzün kapladı içimi. Yerimden kalkınca kardeşime almaya karar verdim.
Renkli oyuncağın havadaki dansını izlemekten sıkılınca dikkatimi mendil satan çocuk çekti. Beklemese de bir umut önüne gelene 'Mendil alır mısın?' Tüm bu sıradanlığın içinde bir adam çocuğa tekme attı. Nedensizce. Mendil alır mısın? Çaaat!!
Dikkatimi çeken oyuncak çocuğun ayaklarının dibine düştü, eğilip alıp amcaya teslim etti. Nasıl çalıştığını sordu. Amca anlattı. Bir kerede onun fırlatmasına izin verdi. Canhıraş herkese mendil soran çocuk durdu oyuncağı izlemeye başladı. Benim gibi. Benim yaşadığım rüya gibi çocukluğun yarısını bile yaşayamayan bu çocukla üç dakikalık bir an paylaştık.
'Abla mendil alır mısın?'
'Ne kadar?
'Ne verirsen.'
'O oyuncağın fiyatını biliyor musun?'
'3'
Cüzdanımda kalan son 4 lirayı uzattım. Git al.
Gitti para üstüyle oyuncağı bana uzattı.
Senin onlar dedim. Mendillerin hepsini ayağımın dibine bırakıp oynamaya başladı. Kardeşimde bu mutluluğu yakalayamayacağımı fark ettim. Daha sonra geldi cebinden iki oyuncak çıkardı; topaç, torpil.
Birlikte oyun teklif etti. Oynadık bir şeyler. Daha çok o, ben oynadı izledim.
'Bay bay. Gidicem birazdan.'
'Tamam kendine iyi bak.'
'Adın?'
'Ali.'
Gitmedi.
Böh!
'AY!'
'Hahaha oturabilir miyim?'
'Gel gel.'
' Mendil alsana. '
'Param bitti. Aliden aldım.'
'Yalancı.'
'Vallahi bak.'
Boş cüzdanı kucağına bıraktım. İnandı.
Kendi aralarında sohbete başladılar. Meğer Suriyelilermiş.
Sonra kalktılar.
Ali geri koştu; Teşekkür.
O gülüşün fotoğrafını çekmek isterdim. National Geographic kesin bir ödül verirdi.