***Söyleşinin başında Doğu Yücel'in yaptığı girişi not almayı unuttuğumdan içeriği biraz eksik bildiriyorum sizlere.
Yapıtlarınızda sıkça sinematografik tekniklerle karşılaşıyoruz. Bunu nasıl ve neden bu tekniği çok kullanıyorsunuz?
Yapıtlarınızda sıkça sinematografik tekniklerle karşılaşıyoruz. Bunu nasıl ve neden bu tekniği çok kullanıyorsunuz?
Çalışmadığım yerden geldi ya (Gülüşmeler.) Final draft diye bir program var. Senaryo yazımının mühendislik kısmını oyun haline getiriyor. Özellikle dizi senaryolarında repliklerdeki dengeyi kurmaya yardım ediyor. Onun dışında teknikler denildiğinde en önemli şet giriş gelişme sonuç. Bu sistem tüm düz yazıların kilit noktası. Düz yazı da böyle geçiyor, senaryoda buna perdeleme diyoruz. Giriş karakter tanıtımı olur. Bu işi çaktırmadan yapmak çok önemli. Bu konuda Amerikan sineması çok iyidir. Bir kadın uzun uzun çalan telefonu açmıyorsa çok rahat biri olduğunu yorumlayabiliriz. Bu gibi tanıtımlar ilk on beş dakikada gerçekleşmeli. Sonra ana karakter genelde çekingendir çünkü kurulu bir düzenin bozulduğu zamanları anlatır hikayeler. Matrix, Yüzüklerin Efendisi, Star Wars bunlara güzel örnekler. Yetmişinci dakikada yani ikinci perde de bir patlama olması gerekir. Siz artık iyice işler sarpa sardı kahretsin diye düşünürken olay çözülmeli. Tüm bunların hissettirilmeden yedirilmesi gerek tabi ki. Bunun yanı sıra bir sürü şey var ama hepsini derinlemesine incelememiz mümkün değil. Kullanırken bunları bilinçli kullanmaz zaten yazarlar. İçgüdüsel bir şeydir bu. Bir de bazen obje karakterle özdeşleşir. Esasında normal bir eşyadır ama ona anlam katılmış olur. Son sahnede bir kere daha görülür, duygulanılır falan. Bu sık kullanılan bir tekniktir.
Yapıtlarınızda okur da kendini metnin parçası gibi hissediyor. Sizce bunun nedeni nedir?
Bu daha önce de dediğim gibi işin matematiğinden çıkıp iç güdüsel olarak yaptığım bir şey. Eski çağlarda yazı yoktu ama en güzel anlatan kişi hikaye anlatıcısı seçilirmiş. Bunun bir tekniği yoktu o zamanlar. Kendim için konuşacak olursam da edebiyatta ve sinemada okuduğum veya izlediğim şeyin içine girmeyi severim. Bazı filmlerde 'çok başarılı bir film' diye düşünsem de filmin dışında kalırım. Bazen filmin başarısını düşünmeme gerek kalmaz çünkü perdenin arkasına geçerim. Sinemada en sevdiğim olay budur. Bu nedenle bu soru beni sevindirdi. Başarmışım demek ki.
Güneş Hırsızları'nda Melek öyküsü ben dili ile yazılmış .O öykü hayal ürünü mü yoksa yaşadıklarınızı mı barındırıyor?
Sorular süper ya :) Melek çıkış noktasını anlatmayı sevdiğim bir öykü. Ben Beşiktaş'ta oturuyorum. Kadıköy - Beşiktaş dolmuşu her yer dolmadan kalkmaz. Ben genelde ilk binen olurum ve hep beklerim. Bir gün son binen kişi oldum ve içeridekiler oldukça sıkılmışlardı. Bir an bana minnetle baktıklarını hissettim. Bir melek olabilir miyim diye düşündüm mesela o an. (kahkahalar) Aynı dönemde sifonum da bozuktu . İş hayatı zor sabah ben gittikten sonra açıyor dükkanı, ben gelmeden kapatıyor. Tesisatçıyı nereden bulayım o telaşta? (kahkahalar) Böylece usta çırak ilişkisi işlendi öyküde. Öyküyü yazdığım sıralar Blue Jean dergisinde çalışıyordum. Trump Towers ismen ünlü ama tenha bir avm. Bir gün işe giderken içeride kimse olmadığı için boş duran tezgahtarı gördüm ve çok sıkılmıştı. Tüm günü boş geçiyordu böylece ana karakterin böyle bir işe sahip olması uygun göründü gözüme. Tüm bu yaşanmışlıkların yanı sıra içten içe felsefi çelişkiler yaşayan biriyim. İyilik kötülük gibi. Bunların nasıl birbirinden ayırt edilebileceği ya da sadece iyi veya kötü insan var olur mu olmaz mı? Hepsinin toplamından Melek ortaya çıktı.
*** [Burada arkadaş bir paragraf okudu. dolayısı ile not alamadım. Özünde var0lmayanların felsefesini soruyordu diyebilirim.]
Varolmayanlar da söylemek istediğim şey aslolanın başkaları değil kendimiz olduğu ama böyle söyleyince çok bireyci duruyor. Ya bilemedim şimdi ama güzel soru (kahkahalar)
Varolmayanlar'da gerçekleşen hayaller esenliksiz bir olgu olarak yer alıyor. Hayallerin gerçekleşmesi genelde ütopik bir olaydır. Neden bu ütopyadan uzaklaştınız?
Süper soru. Biraz spoiler olacak okumayanlar için aslında. Hayaller hep ütopik bir temelde ele alındığından ters köşe yapmak istedim. Kitabın genelinde var bu durum. Tam bir şey oldu derken aa bakıyorsunuz her şey yalanmış. Finalde de masalsı bir son olsun istemedim. Biraz da iç güdüsel bir durum bu. Sonuçta o distopyayı tanımlayan gazete gerçekçilerin gazetesi. Belki de ortada kötü bir gelecek yoktur.
Hayalet Kitap'ta Güldem karakteri konservatuvar hayallerinden vazgeçip iktisat okumaya karar veriyor. Sizinde iktisat okuduğunuz göze alınırsa bu Güldem'in esasında sizi temsil ediyor olma ihtimali var mı?
Liseden mezun olurken, hafiften öyküler yazıyorken ve sinemadan özellikle çok etkilendiğim zamanlarda konservatuvar istiyordum. Hatta sinemadan bir bölüm okumak istemiştim. Anadolu Üniversitesinde sınava kaydoldum. Sınav o zamanın üniversite sınavından çok sonraydı. Sınav tarihi gelene kadar ben iktisat kazanmıştım. Tamamen yanlış bir seçimdi. Bölümümden o kadar uzaktım ki. Hala para saymayı beceremem mesela. Hatta öyle ki ilk kazandığımı öğrendiğimde her yerde bir coşku vay iktisat falan derken bir arkadaşım 'Tebrikler, ekonomi kazanmışsın' dediğinde 'Yok ekonomi değil iktisat' diye düzeltirken öğrendim başıma neler geldiğini. Tesadüf eseri üniversitede platonik olarak aşık olduğum kızın da böyle bir ikilemi vardı. Bu tür etkileşimlerle Hayalet Kitap ortaya çıktı.
Kitap yazma teknikleri hakkında hangi kitapları önerirsiniz?
Hmmm... Kendi kitaplarım. (Gülüşmeler) Tavsiye konusunda çok çekingenim. Birine kitap önermek için o kişiyi yakından tanımak gerekir ama teknik kitaplardan önermem gerekirse; Piyes Yazma Sanatı - Lajos Egri, Roman Sanatı- Milan Kundera ve Yazma Sanatı- Stephen King. Bu üçünü okursan yeterli olacaktır. Onun yanı sıra çeşitli türlerde okumalısın. Örneğin sadece bilim kurgu okursan iyi bir bilim kurgu yazarı olamazsın.
Karşıt düşünceleri kaleme alan bir yazarsınız. Çevrenizden ne tür tepkiler aldınız şimdiye kadar?
İnsanlar biraz bukalemun. Düşüncelerini baskılıyorlar. Yani sırf tepki almamak için katılmadıkları görüşleri destekliyorlar. Varolmayanlar o yönü ile biraz daha karşıt bir roman. Hatta Gezi olayları zamanında üç bölümlük senaryosu bile hazırdı ama çok muhalif düşünce barındırdığı için vazgeçtik. Yayın zamanında da bazı şeyleri hafifletmem istenmişti ama bunu kabul etmedim. Sinemada ise bu baskı daha az bence. Yaparken kimse karışmıyor sana ama sonrasında karışıyorlar. Sansürler falan. Okul filminin senaryo yazımı sırasında liseliler küfrediyor bizde kullanalım demiştik. O kadar çok küfür var ki diyaloglarda ilk zamanlar bir iki küfrü biplemeyi unutuyorlardı. Bu bana çok komik gelirdi mesela. İyi sanatçı bu tip kuralları yıkmayı sever. Kendimi frenlesem burada olamazdım. Ne satıyorsa onu yazan biri olurdum. Her sanat dalının olmaz olmazı aşkı ele alalım mesela. Aşk genele masalsı bir şey olarak ama Hayalet Kitap'ta aşk kalıpların dışında bir tasvire sahip.
Bir senarist olarak en çok etkilendiğiniz senaristler kimler?
Seven filminin senaristi Andrew Kevin Walker, Star Wars filminin senaristi Lawrence Kasdan favorilerimdir. Bunların yanı sıra senarist değil ama sevdiğim senaryolar var. Şeytanın Avukatı müthiş bir senaryo. Whiplash var mesela yeni bir film. İnternetten senaryoları bulup okuyabilirsiniz. Çoğu yabancı filmin senaryosu oluyor internette. İzlerken oturmayan noktalar oturuyor kafanızda. Ayrı bir zevki vardır senaryo okumanın. Yerli senaristlerden Yavuz Turgut zaten bir efsane Eşkıya senaryosu. Onun senaryo derslerine gitmiştim. Hitchcock filmlerinin senaristleri hep değişiyor ama hepsini severim. Yeni filmlerden Jüpiter Yükseliyor şahane bir film. Matrix'in yazarlarını severim.
Bildiğim kadarıyla Varolmayanlar yedi yılda yazıldı. Bu çok uzun bir süre. Bunun nedeni ilhamınızı kaybetmeniz mi yoksa araştırmalarınıza ağırlık vermeniz miydi?
Araştırmalara ve senaryolara ağırlık verince kalemim paslandı. Senaryo çok düz bir anlatım. Edebiyat çok farklı bir şey. Senaryoda "Ceketli çocuk mikrofonu mavili kıza uzattı" şeklinde anlattığınız olayı, romanda "Ceketli çocuk mikrofonu zarif bir edayla gözleri parlayan mavili kıza uzattı." gibi süslemelerle sunmanız gerekir.
Yarattığınız karakterler kendi hayatınızdan çıkma mı yoksa sadece hayal ürünü mü?
Yazarlar bunu kabul etmez genelde ama sıfırdan hayal edilen çok az karakter vardır. Yarattıklarım direk kendi hayatımdan olmasa bile bir iki kişinin karşımı olur, günün birinde sokakta gördüğüm adam olur... İlla bir esin taşır başkalarından. Genelde bunu kabul etmez yazarlar ama sıfırdan karakter çok nadir yaratılır.
Başarıya ulaşan çoğu kişi sevdiğimiz işi yapmamızı öğütler. Sizce sevdiğimiz işi nasıl buluruz?
Bugünün ve geleceğin en önemli sorusu. Biraz şans faktörü var burada. İktisat benim için yanlış seçimdi ama dünyanın sonu değildi. Üniversite yıllarımda ne yapmamam gerektiğini öğrenmiş oldum. Bu bir şanstı. Bu süreci kendimi geliştirmeye harcadım. Bir dönem sinema bölümünde konuk öğrenci oldum ve çoğu sinema öğrencisinden daha bilgiliydim. Başarı için kendinizi geliştirmelisiniz. Uzun yıllar müzik yazarlığı yaptım ve hayatını müzik yazarlığından kazanan on kişi bile yoktur belki. Ben biraz şanslıydım. Şimdi redaktörlük yapıyorum ve sevdiğim şeylere ayıracak zaman bulabiliyorum, bu nedenle mutluyum. Darwin güçlü olanın değil adapte olanın kazanacağını söyler. Buna ekleyeceğim bir şey var; adapte olan ya da çevresini adapte eden kazanır. Kendinizi dinleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder