Artık bir birliğimiz var. Bir ismimiz yok, birçok ismimiz var. Hayalciler... Sıfırlar... Varolmayanlar... Yoklar... Yarım yamalaklar... Hayalperestler... Olmayanlar... Hiçler... -Doğu Yücel (Var0lmayanlar)

24 Kasım 2014 Pazartesi

Meleklerim, Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun!

Bu blog günlük olmamalı belki ama öğretmenler günü ile ilgili birkaç kelam da ben etmezsem içimde kalacaktı. üstelik yazarken eskiye dalmak çok eğlenceliydi.
Geçen seneye kadar öğretmenlik mesleğinin çok sıkıcı olduğunu, tüm öğretmenlerin aslında kendi alanında üniversite görevlisi ya da ona benzer bir şey olmak isterken es kaza liselere, ortaokullara dağıtıldığına inanırdım.

Hakkını yiyemem ilkokul öğretmenim Kemal Demir, kulakları çınlasın, esaslı öğretmendi. Hele sonradan kardeşlerime denk gelen öğretmenleri gördükçe bunu daha iyi anladım. İlk öğretme resmen şah damarı hayatın. Saygıların en büyüğü, kucaklar dolusu sevgi <3 İlkokul 4-5 hocamın kulakları çınlayamaz, çığlıkları sağ olsun hala benim kulaklarım çınlamakta. Umarım emekli olmuştur. 

Ortaokulda çeşitli öğretmenlerim oldu. Büyük şoktu tabi o kadar farklı öğretmenin bir arada olması. Tüm öğretmenlerim bana birçok şey kattı ama üçünün sözleri hala bugünüme bir şeyler katmakta. 
Özlem Aksoy, ortaokul 1'de Türkçe öğretmenimdi. İçimdeki edebiyat canavarı yeni yeni kıpraşırken, tuttu kolundan kaldırdı. Her yazarın diline pelesenk olan 'edebiyat emek ister'i bin musibet ile üç yıl boyu çok güzel anlattı. 

Sevim Dumlupınar. Ne zaman karşılaşsak boynuna atılırım hala. Duruşu bile yeterliydi aslında ondan bir şey öğrenmek isteyenlere. Bahanelere sığınmamayı 14 yaşında öğrendim sayesinde. Mum icat edileli çok olduğundan elektrikler kesikti denmemeli mesela. Sonracığıma girişken olmalı, yeniliklere açık olmalı diye dönüp dolaşan öğretmenlere sormak isterim, çocuklarınıza, öğrencilerinize anlattınız mı nasıl? Sevim Hocam'dan öğrenin, buyurun, 'neden olmasın?' Bir ara sorduğum her soruya bu cevabı aldım. 'Olur mu?' değil 'Neden olmasın?' diye sormalı bir insan diyordu çünkü. 'Olur mu?' ya 'Hayır, olmaz' demekten kolay bir şey yoktur nitekim. Deneyiniz ve görünüz.

İnsan çok kez azar işitir hocalarından. O güne kadar hiçbir hocamın göz yaşı, hiçbir öğretmenimin siniri beni bu kadar üzmemişti. Beni üzen ve belki biraz da korkutan onun kalbini kırmış olmaktı. Varın değerini siz düşünün.


Gelelim liseye. 9. sınıfta akademik kısmı bir kenara atarsak İngilizce ve Kimya hocam dışında bana ileriye dönük olarak her hangi bir katkısı olan öğretmenim yok sanırım. Korkunç bir matematik hocam vardı, sayılır mı? Hala fonksiyon bilmem mesela :p

10. Sınıf ile ilgili söyleyeceklerim ise birçok kişiye ütopyayı andıracaktır. 

Bir öğrenci düşünün ki Pazartesi iki ingilizce ve iki edebiyat dersi var diye, okula uçarak gidiyor. İkisi de bir birinden mükemmel, duruşuyla, tarzıyla, ağzından çıkan her kelimesi ile mükemmel, fevkalade insanlar. Düşünün ya, pazartesi 4 ders boyu saate bakmazdım!

Merve Sağlar. Bir insan kariyerinin başında öğretmenliğe böyle tepkiliyken nasıl bu kadar efsane bir tip olmuş hala anlayamıyorum. Hani anlatılmaz yaşanır. Resmen yaşardı anlattıklarını üstüne bir de yaşatır, 'Keşke şu ders hiç bitmese' dedirtirdi bana. Bir keresinde decartes'tan bahsediyoruz, konu özgürlük, sınıfta bi kahve bile içemiyorsunuz diye sinirlenerek çıktı sınıftan. Resmen üzülmüştüm ders bitti diye. Oturun size İngiliz edebiyatındaki felsefi, psikolojik, sosyolojik her şeyi anlatsın. Bi susmadı be diye düşünen gitsin camdan atlasın. Net.

Işıl Çırakoğlu. Keşke diyorum 12. sınıfta tekrar öğretmenim olma şansı olsa da, ikinci yeniyi falan onunla işlesek ama çok geç :p Gerçekten geçen senenin en şanslı 10. sınıflarından biriydik. Hani dedim ya 'Neden olmasın?' sorunu sormayı öğrendim diye. 'Bal gibi olur'u da bu muhteşem insandan öğrendim. Ve hani hep sevdiklerimizin kalbini kırar, sonra kendimizinkini parçalarız ya, bunu Işıl Hoca'da yaşadım. Öyle çok seviyorum, hesap sizin. Öğretmen dedikodusu yaparken bile Hoca ekini atmadığım nadir hocalardan biridir kendisi. Bir öğretmenin öğrenci dedikodusunda dahi saygıyla anılması çok değerli bir şey bence. 

İkinci dönem doğum izninden gelen Aslı Hocam içinse yaşadığım duygu değişimi bile başlı başına bir ön yargı dersidir benim için. Aynı Işıl Hocam içinde söyleyebileceğim gibi bana edebiyat dersi hakkında ne kattılar bilmiyorum. Divan edebiyatı kesinlikle hoşuma gitmiyor. Türk edebiyatı işlerken farsça arapça deşifresi yapmak ilgimi çekmiyor ne yapayım... Her neyse, bu konu başka bir yazıya vesile olabilecek kadar uzun benim gözümde. Dediğim gibi ön yargı dersinin ardından gözlemleri ile ve yine hayata karşı duruşu ile mükemmel bir örnek o da benim için. O pek ihtimal vermiyor ama kesinlikle iletişimimin kopmasını istemeyeceğim öğretmenlerimden. Hayatıma getirilerini sayamam inanın. 

Necla Doğan. Çalışmalarımın en büyük pasifaktivisti. Her sözüme önem verip, ölümüne destekledi beni bir yıl boyu. Hala devam etmekte. Sevgiler hocam, seviliyorsunuz... <3

Eser Yapıcı. Matematik ile ilgili tüm dertlerimi dinleyip ciddi açıklamalarda bulunma zahmetine giren ilk kişi. Hiç değilse 1 ile 2 arasında sonsuzluğa rağmen 2 sayısının nasıl geldiğini az buçuk anlatabildi bana. Ah bir de şu okuma işiyle arasını düzeltse ;)

Bu yılın öğretmenleri ile ilgili henüz bir şey diyesim yok. Aslında var da, yok. Etik olacağını düşünmüyorum. Sevgim yanlış anlaşılır, çıkar meselesi yüzünden sövemem samimiyeti kalmaz. Hem daha kaç ay oldu da kesin yargıya varıyorum?

Bütün öğretmenlerin, en çok da yukarıdaki meleklerin öğretmenler günü kutlu olsun! <3 

PS: Yazımı bozmaması için ve belki o kısmı okumak istemeyen olur diye nefretlik hoca notlarıma aşağıda yer veriyorum:)

İlkokul 4-5'te karşılaştığım, İngilizce ile uzun süre bozuk kalmama neden olan İngilizce öğretmenime, G. Ç., selam olsun. Beğenmediğin kız bak nerelere geldi o İngilizceyle. Sayende kimsenin muhtaç kalmadığı anlamsız İngilizce savaşları verdim uzun süre. Sen de emekli olmuşsundur umarım. Aslında kovulmuş olman daha tatmin edici olur ama uzatmayayım.

Emekli olmadığını bildiğim ama emekli olması herkesin yararına olacak bir diğer isim; Y. İ
Aynı ilkokuldaki ilk İngilizce öğretmenim gibi bu hanım da hiç beğenmezdi beni. Tamam İngilizcem korkunçtu, kabul ama bu daha beter etmesi için geçerli bir sebep değildi. Bir sene boyunca çektiğim eziyetin ardından bakıyorum da o kadına katlanabilmemin en büyük yardımcısı 'Menopoz tabi kolay değil, yazıııkkk...' diye düşünebilmek olmuş. İyi yapmışım. Ha hocam, hazırlığı geçemez demiştiniz, bakın nerelerdeyim. Bu hissi anlatamam size. En büyük zaferiniz  en büyüğü 14 yaşındaki çocuklara, üstünüzdeki leopar kürkle hayvan haklarını anlatırken, laf sokmak olduğundan bilemeyebilirsiniz. Ah bir bilseniz bana ne çok şey kattınız. Mesela sizin gibi insanların profilini şıp diye anlayıp, zerre kadar önem vermemem konusunda çok yardımcı oldunuz. Kıssadan hisse çıkarmakta üzerime yoktur. 

8 Kasım 2014 Cumartesi

Paramparça - Duygu Asena [7/10]

Paramparça bir adam. Ruhu, bedeni, benliği, hisleri, sevgisi her şeyi paramparça. Başı sonu olmayan bir hikaye. Türkiye gibi bir yerde, hem de 10 yıl önce, çok az kişinin cesaret edebileceği bir konu.

AMA sadelik başka şeydir, boşluk başka. Kurguyu çok basit ve hafif buldum.  Amaç küçük bölge de yaşayan sıradan bir eş-cinseli anlatmakmış ama ben bu basitliği boşluk olarak gördüm. İyi bir okur olduğuma inandığımdan, tüm kibrim ve edebiyat konusundaki sınırsız öz güvenim ile olumsuz eleştiri yapma hakkım olduğunu iddia ediyor, kendimi savunmaya ihtiyaç duymuyorum. Bir eş-cinselin hayatındaki tek sorunsal seksmiş gibi kitap sadece isimsiz karakterimizin aşk hayatından bahsediyor. Hal böyle olunca aslında homoseksüellere kulak veren bu kitap bile onları 'ötekileştiriyor'. Evet, gelenekselcilerden farklılar ama 'öteki' olmaları için yeterli değil bence. Duygu Asena'nın da böyle bir amacı yok ama zayıf kurgu bunu hissettiriyor. Bu sorunsalı daha kaliteli bir olay örgüsü içine yerleştirmiş olsa ortaya daha çarpıcı bir eser çıkabilirmiş. Öte yandan sadece aşk hayatını konu alan bu kitap, gaylerin de aynı 'normal' insanlar gibi, yani karşı cinsle sevişmekten hoşlandığı için kendine normal diyen kişiler gibi, bir aşk ve seks hayatı olduğunu çok güzel anlatıyor. Öncelikle aşık oluyorlar. sadece sevişmeye odaklanmış ilişkileri yok, kirli sakal, uzun saç gibi tercihleri var, gördükleri her erkeği yatakta hayal etmiyorlar. Bu kadar ön yargıya maruz kalmalarının sebebi cinsel tercihlerindeki farklılık. Sarışın ya da esme olmakla eşdeğer bir fark işin özünde.

Herkesin kendi özeli olan cinsel yaşam; ilgilendiren, ilgilendirmeyen herkesin muhabbet konusu olmasaydı, homoseksüellerin hayatları daha kolay olabilirdi. Dünya da bu nasıldır bilemem ama ülkemizin en acı sorunlarından biri. Kadın olsun, erkek olsun evlenmemek gibi bir seçenek mümkün değil. Küçük bir kasaba da büyümüşseniz ve aileniz eğitimli de olsa cinsel tercihinizin  size ait olması mümkün değil. Hal böyle olunca, homoseksüel bireylerin kendilerine ve eşlerine büyük kazık atılmış oluyor. Evlenmeleri yeterli değil, en kısa zamanda çocuk gerek, kadın kadınlığını, adam adamlığını, kusurlu olmadığını kanıtlayabilsin diye.

Ülkemizin aydınları bile bazen bu durumu algılayamıyor ve tepki koyuyor.

"Arkadaşlarla ailece toplandığımızda bu konular açılıyor. Normal karşıladığını söyleyen, 'Bizi ilgilendirmez' diyenlerde var. Onlar hayretle ve sevgiyle bakıyorken, adam hemen ardından ekliyor. ' Onlarla aynı masaya oturuyorum ama kendimi lütfediyormuş gibi görüyorum, onunla oturmuş ve bunu ona lütfediyorum gibi.' Bir başkası ise, 'olabilir tabii, ne olacak canım, bu da onun tercihi' dedikten sonra , eşcinsellerle aynı odada bulunmaktan bile çok rahatsız olduğunu , bunun sanki erkekliğine zarar vereceğini, hakkında bir dedikodu çıkabileceğini düşünüp oradan uzaklaştığını anlatıyor.
Ben ne yapıyorum dersiniz? Okumuş, yazmış insanlar bile böyle şeyler söylerken ben ne diyebilirim sizce?
Ben de onlar gibi konuşuyorum." (sf 103)

Aydınlar bile böyle düşünüyorsa 6. baskının kapak tasarımının cuk oturduğunu söylemem gerek. (Hazır yeri gelmişken ekleyeyim yeni kapak eskisinden iyi olmamış.)Parçalara ayrılmış bir yazı ve birbirine uymayan iki yap-boz parçası. İsimsiz kahramanımızı daha iyi özetleyebilecek bir kapak olamazmış gibi, Ayşe Çelem Design'a da buradan tebrikleri iletmek gerekir.

10 yıl önce kaleme alınmış bu kitabı şimdi okuduğumda bile bu tepkileri şaşkınlıkla karşılamak yerine olağan karşılıyorsam, hala yapboz parçaları birbirine uymuyorsa,  bu ülkede yenmesi gereken daha birkaç kırk fırın ekmek var demektir.


17 Ekim 2014 Cuma

Kaybeden Ölecek - Patrick Senécal [10/10]

orijinal isim:
5150:rue des ormes
film: 5150: Elm's Way
"Adalet" --> Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk (TDK tanımı)

Adalet mümkün müdür? Ya da bir insan tümüyle adil olabilir mi? Adalet sandığımız kadar gerekli ve önemli mi? Mutlak adalet var mıdır? Tüm bunları sorgula(y/t)an bir roman Kaybeden Ölecek. Ve cevap: comme si comme ça (eh işte).

Bitmeyen zaten bitmesini istemediğim bir romandı. Kafasında adalete dair sorular, kuramlar bulunan herkesin okuması gerektiğine inanıyorum. Cin Fikirli Senarist sayesinde okudum ve bayıldım! Yavaş okuyan bir insan olduğum için üç günümü aldı ancak o üç gün benim için oldukça heyecanlıydı. Gerilim romanı okumayı çok tercih etmeyen biri olmama rağmen tek kelime ile mükemmeldi.


"Sokak 5150"dense Kaybeden Ölecek daha iyi olmuş. Kitabın çevirisi de genel olarak çok iyi. Çoğu zaman çeviri kitap okurken isyan eden bana bile batmadı. Yine de sırf bu kitabı orijinal dilinde okuma hevesi bile Fransızca aşkımı kamçıladı.

14 Ekim 2014 Salı

MİM !! Tek Renk Tag | Kırmızı

Aslında mimlenmedim, mimlenmiş bir bloga rastladım ve çok hoşuma gitti <3 Kırmızı aşığı biri olarak dayanamadım :D




  1. Bu renkte aldığınız en son kitap?
    Agatha Christie - On Küçük Zenci. Yaşım için fazla geç alınmış bir kitap olarak görünebilir ama içimde ukte kalmıştı :D
  2. Kapağında yüz resmi bulunan kitap?
    Doğu Yücel - var0lmayanlar --> yüzler çizim ama olsun :p bilenler bilir bilmeynlerde bilsin, bu  kitap bir şahane!
  3. Ana karakterini çok beğendiğiniz bir kitap?
    I am Ozzy - Ozzy Osbourne. Black Sabbath dinliyorum \m/
  4. Filmi çıkmış veya çıkacak bir kitap?
    Ateşi Yakalamak - Suzanne Collins. 
  5. Bu rengin bulunduğu favori kapağınız?
    Elif Şafak - Baba ve Piç 
  6. Beklentinizi karşılayamamış bir kitap?
    Cezmi Ersöz - Şizofren Aşka Mektup
  7. Herhangi bir seriye ait olmayan bir kitap?
    Duygu Asena - Paramparça
  8. Konusunu çok orijinal bulduğunuz bir kitap?
    Hamit Çağlar Özdağ - Anstorra -->Kan Muskaları serisinin ilk kitabı. Kitap tek başına değilde (bitince yarım hissediyorsunuz zaten, tüm seriyi okumadan edemiyorsunuz :) ) serinin tamamı olarak her eve lazım :)
Cin Fikirli Senarist 'i , Fikir Kodu'nu ve HAYAL'ET'i mimliyorum!! :p Ben hazırlarken çok eğlendim, size de iyi eğlenceler :)

31 Ağustos 2014 Pazar

Ayışığı Sofrası - Nazlı Eray [10/10]

Aaa... Bitti. Dur bir sonraki sayfaya bakayım.Yok, bitmiş. Bitmeseydi be... Ne güzel okuyordum şurada.
Tekrar yaşamalıyım bu geceyi. Tekrar konuk olmalıyım Ayışığı Sofrası'na. Tadına bakamadıklarım, üstünde duramadıklarım, gözden kaçırdıklarım var. Yedikleriminse tadı damağımda kaldı. Tekrar okumalıyım.

Bir çırpıda bitiverdi resmen. Ayışığının ışıltısına fazla kaptırıp, içime akışını fark edememişim. Bir yudumda içmişim. Daha olduğunu anlamadan kadehin sonunu gördüm. Ağzımda şarabın tadı, kafam hafif bulanık.

SPOİLER 

.
.
.
.
.
.
.

Neydi anlatılan? Ankara mı? Ankara insanı mı? Eğer öyleyse Bodrum neden vardı?Bahçedeki adamın anlamı ne?Serra Hanım 'çift kişilik' vakası mı? Yoksa şefik Bey mi öyle olan? Hepsi rüya mı? Yoksa 'alternatif bir dünya'da mı geçiyor? Bilinç altına göndermeler de olabilir. Kaç gece geçti? Yedi Uyuyanlar neyi simgeledi?

Yazmaya üşeneceğim kadar çok soru var kafamda. Hepsine de bir çok cevabım. Yine de sanki esas anlatılanı anlamamış gibi hissediyorum.En çok merak ettiğim ise; Böyle bir kitabı nasıl bu kadar çok sevdim? Tüm bu karışıklık içinde neyden etkilendim? Belki de karışıklıktan etkilenmişimdir.
.
.
.
.
.
.
.

SPOİLER SONU

Kafamdaki bulanıklığı yaratan laf kalabalığı değil, yazarın sade anlatımı. Burnumun ucunu göremiyor olmam sorun. Orda olduğunu biliyorum halbuki görmesem ne olur ki?

Eline, yüreğine, kalemine sağlık Nazlı Eray. Kim bilir belki bir Ayışığı Sofrası'nda biz de rastlaşırız...

28 Ağustos 2014 Perşembe

Gareth Roberts - Shada (Doctor Who) [10/7]

Geç kalmış bir tanıtım yazısı bu aslında. 8. sezon başlamışken biraz bekleyin, sezon bitince başlayın okumaya derim. Şahsen ben 7 bittikten sonra 8 başlamadan okudum ve çok faydasını gördüm.
Diyelim ki sezon bitti ve kendinizi boşlukta hissediyorsunuz. Üstelik Doctor'ı çok özlediniz. Alın size yeni bir bölüm. Doctor Who Special, episode 00: Shada!
İlk önce, sadece 9. doktordan beri olan bölümleri izlediğim için yabancılık çektiğimi düşündüm ama unutulmaması gereken bir nokta var herhangi bir bölümün senaryosunu değil, kameraya alınmamış bir hikayeyi okuyoruz. Spoiler yemediğiniz sürece kitabın ilk 30 sayfası yeni bir yol arkadaşına veya yeni bir doktora alışmak için gereken bir süreç gibi. Üstünüzdeki çekimserliği bir kenara bırakıp kitabı anlamaya başladıktan sonrası ise Doctor Who'nun çift bölümlerinden birini izlemek gibi bir şey. Kitabı yaşayanlardansanız, bir de 'whoian'gillerdenseniz eğer bu kitap ha yazılmış ha izlenmiş sizin için fark etmez.

***İngilizceniz varsa çeviri okumayınız. çok pişmanım :p

PS: Türkçesi bir süre daha D&R'larda 28 yerine 10TL, alın dursun kitaplığınızda :)

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Aylak Adam, Tutunamayanlar, Kinyas ve Kayra Üzerine...

Selim Işık: "Aylak Adam'ın oğlu, Kinyas ve Kayra'nın babası."


Yürekten katılıyorum bu tanıma. Kanda var bir şeyler. İsteyen bozukluk desin. Ben soyluluk diyeceğim. Sistemin kaldıramayacağı kadar soylu dört insan. Anarşistlerle, depresiflerle, felsefecilerin bir çoğu ile aynı fikirde olan dört kişi. Peynir gemisi lafla yürümediği gibi fikirle de yürümüyor maalesef.

"Anlayabildikleri kadar anlıyorlar benim artık uzun, alkollü, yüksek sohbetlerden eyleme, gerçeğe geçtiğimi çünkü onların oynadıkları oyun, günün üç saatini içlerinde bağırıp çağıran anarşiste ayırıp, geri kalan zamanında normal bir insan gibi yaşamaktan ibaret."
Bu kitapların seveni çok. Sevenlerin bir çoğu Aylak Adam ya da Tutunamayan ilan etmiş durumda kendini. Herkes adeta bir Kinyas, adeta bir Kayra... Oysa ne diyor Kinyas?



" 'Seni anlıyorum' demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz bu dünyada."
Kimseye benzemediklerinden yola çıktı Kinyas ve Kayra. Aylak Adam'ın doğru insanı o otobüse bindi ve gitti. Kendini anlatamadığı için intihara sürüklendi Selim Işık. Gel gör ki okurların çoğu: Bu kitap beni anlatıyor! Olmaz. Olamaz! Kinyas Kayra'ya benzemiyor ki... Nasıl ikisi birden anlatsın seni. Biri insanlıktan çıkarcasına uyuyor öbürü insan değilmişçesine uyumuyor. Onlar bile birbirleri gibi değilken kimse kusura bakmasın.ha..belki bir parçaları bir parçanıza benzemiştir onu bilemem. Bu üç kitabın içinde aynı kokan noktalar var sonuçta. Kanlarının bir olduğunu kanıtlayan hususlar...


"...anormal, normal, iyi, güzel, kötü, çirkin ve benzeri sıfatların varolamayacaklarını kanıtlamak için."  [K&K]
"-Normal bir İnsan değil korkmuyor musun ondan? + Hayır, seviyorum. Normal insanlardan korkarım ben." [Aylak Adam]
"Normal, anormal... Bu kelimeleri çocukluğumdan beri sevmem."  [Tutunamayanlar]

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Umutsuzluğun Sesi

not: Eğer ki hayalleriniz 6 yaşından beri değişime uğramadıysa bu yazının size hitap etmemesi oldukça mümkün.

Herkese sorulan bir sorudur bu; büyüyünce ne olacaksın?
Yaşa göre değişir cevabı. süper kahraman olacağım, dansöz olacağım, balerin olacağım, Peter Pan olacağım, anne/baba olacağım.
Elbet bana da hayatımın çeşitli dönemlerinde soruldu  bu soru. Şimdi 16 yaşındayım. Artık  'ne olacaksın' yerine, 'ne okuyacaksın' diyorlar ama ana fikir aynı sonuçta.
6 yaşındayken dansöz olacağım diyordum, 7 yaşında balerin, 8 yaşında Peter Pan'ın cici kardeşi, 9 yaşında sporcu, 10 yaşında yazar, 11 yaşında psikolog, 13 yaşında doktor, 14 yaşında hele bi lise bitsin, 15 yaşında müzisyen ya da reklamcı olmak istiyorum dedim.  
Günün birinde bir yılbaşı gecesini otelde geçirdim. Bir dansöz vardı, gösteri sonrası yanına gittim ve mutlu değildi vazgeçtim. Bale vücuduma uymadı. Peterpan'ın kardeşi olmak için geç kaldım, fazla büyüdüm. Her sporcunun başına gelen sağlık sorunlarından biri nedeniyle spora ara verdim, vücudum bozuldu.  Veremden ölen yazar/şair sayısını görünce yaşmak için başka bir mesleğe ihtiyacım olduğunu gördüm. Psikologların ülkede deli doktoru olarak tanındığını gördüm, hobim olur psikoloji dedim. Doktorlar dizisi sağ olsun doktorluk fikri bayağı geldi. SBS varken hayal kuramadım. Mükemmel müzik gruplarının piyasada iş yapmadığını görünce reklamcı olmaya karar verdim, beğenmediğim piyasa mimarlarının reklamcılar olduğunu görünce uzunca bir süre muallakta kaldım. O zamandan beri tutnamayanların tescilli üyesiyim.
Hayal kurmak bile çok zor. Neyin hayalini kurabilirim? Yazılan kitaplar, çekilen filmler, söylenen şarkılar, bestelenen müzikler bile tekrara girdi. Yazılmadık konu kalmadı ve yaşanmamış bir hayat. Hepimiz aslında herkes gibiyiz. En psikopatımız veya kendini en farklı hissedenimiz bile sıradan. Bir elin parmakları gibiyiz. Kendi içimizde farklıyız ama işin özünde parmağız. 
Tutunamayan halimle utanmadan hayaller kuruyorum bazen. Mesela başarılı bir mühendis oluyorum, bazen muhteşem bir siyasetçi, bazen dünyayı kurtaran bilim insanıyım, kimi zaman yazdıkları okunmayan ama mutlu insan. Her şekilde güçlü bir kadın. Sonra fark ediyorum ki bu filmi daha önce izlemiştim veya bu kitabı okumuştum.
Yazılabilecek her şey yazıldı, çekilebilecek her şey çekildi, besteler tükendi ve heyhat! Yaşandı her ihtimal. Hayalini kurabileceğiniz, kimsenin yaşamadığı, sadece bizim olan bir hayat yok artık. Kimsenin kurmadığı orijinal bir hayaliniz,hayalim yok.
Bir mucize bekliyorum. Nasıl bir şey beklediğimi ben bile bilmiyorum inanın. Beklerken okuyorum, izliyorum ve dinliyorum. Bir gün eskaza beklediğim mucize gerçekleşirse şok olup, fırsatı kaçırmamak için, hazırlık yapmak için.
Belki bir sivri sinek ısırır beni, belki maymun kadın olurum, ya da sarı taksi kulübesinden bir profesör uzatır elini paralel evrenleri gezdirmek için. Sonuçta ısırmadı mı böcekler birilerini, kedi kadınlar geçmedi mi aramızdan? Mavi polis kulübesinin hayaliyle uyuyanımız bile var! 
Bir mucize gerçekleşene kadar herkesin okuduğu kitapları okumaya, herkesin izlediği filmleri izlemeye, herkesin dinlediği şarkıları dilime pelesenk etmeye devam edeceğim ve inancağım, bir şeylerin değişebileceğine  inanacağım.


9 Mayıs 2014 Cuma

Tanrıların Alacakaranlığı; Ragnarök (8/10)


     Yunan Mitolojisi'nin aksine İskandinav Mitolojisi ülkemizde pek rağbet görmüyor. (Diğer ülkeleri araştırmadım.) Kitabın ilk 40 sayfasında en ufak bir aksiyon yokken bile içimde büyük bir heyecan vardı; hem bana tamamen yeni olan bu kültürle tanışmanın hem de içindeki sihrin yaşattığı bir heyecandı bu. Bulabilirsem bu konu ile ilgili bir dolu kitap ve kaynak edinmek istiyorum. Tanrıların Alacakaranlığı: Ragnarök ise İskandinav Mitolojisi ile tanışmak için fena bir seçim değil. Öznel yorum hiç yok demeyeceğim ama yazarın yorumları pek hissedilmiyor bu yüzden tanrıları, yarı tanrıları çok daha iyi tanıyorsunuz.

     Kitabın genel konusu 2. Dünya Savaşı sırasında bulduğu bir kitap ile bambaşka bir dünyaya giden, Yggrasil ve Randrassil'de yaşanacak kıyamet gününe sebep olan olaylar zincirini okuyan Çelimsiz Çocuk. Kitabı okumadan önce konu ile ilgili arka plan bilgim olursa iyi olur diye düşündüm ve oldukça kapsamlı bir araştırma yaptım. Kitabı anlamak içinse; Yggdrassil, Randrassil, Asgard, Jörmungandr, Thor, Baldur, Loki ve Hel hakkında araştırma yapmanızı tavsiye ederim. Ha elzem mi? Değil ama keyfi arttırıyor söylemesi.
      Konu ve kurgu 10 numara beş yıldız ancak işleyiş biraz sıkıntılı. Cümleler uzun olunca (çeviri hatasıdır belki bilemiyorum) yabancı bulduğum bu konuyu anlamakta zorluk çektim, üstelik anlatım tarzının değişikliğine ilk 70 sayfada alışamadığım için kafam karakterler konusunda oldukça karıştı. Kim demiş, kim yapmış anlaşılmasa da 70 sayfa sonrasında çorap söküğü gibi akıyor kitap.
     Kitabın içine -konu yabancı geldiği için- girmekte başta zorlansam da önüme gelene önereceğim kitaplar listesine balıklama daldı kendileri. İskandinav Mitolojisi ile ilgili daha fazla kitap okumak isteyenler içinse ufak çaplı bir araştırma yaptım. En kısa zamanda hepsini okumayı düşünüyorum. Buyrunuz linkleri; 





4 Mayıs 2014 Pazar

HAYAL




Sen düşten ibaretsen eğer,
Ben bir hayalperestim.
Velevki sen gerçeksen,
Metaryalistin biriyim.

13 Şubat 2014 Perşembe

Fantazyanın Kanatları



Barış Müstecaplıoğlu'nun TAV Havalimanı uçağında verilen yayında çıkan röportajı Sırpça ve İngilizce olarak yayınlandı, buyrun Türkçesi :) 


[ilk soru eksiktir] 



-Havacılık sektöründe çalışmaya kaç yaşında başladınız?
Bu havacılık sektöründe 3. yılım. Bundan önce 15 yıl ulaşım, bankacılık ve medya gibi farklı sektörlerin insan kaynakları bölümlerinde çalıştım. En çok havacılığı sevdim. Enerji dolu, hızlı büyüyen ve birçok farklı ülkeden insanla çalışmana imkan sağlayan bir yer, bu görüş açınızı ve yönetim bilginizi geliştiriyor.

-Yazmaya nasıl başladınız? Çocukluk hayali miydi?
Yazmak yaşamımdaki ilk hevesimdi. Öykülerimi yazmaya 10 yaşında başladım. Okumayı çok seven bir çocuktum. Güzel bir roman okuduğumda onun kadar iyisini yazmayı, beni etkileyen öykü kadar güzelini yaratmayı istiyordum. Üniversitede İnşaat Mühendisliği okudum. İnsan Kaynaklarında çalıştım ama yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmedim. Sonuç olarak yayınlanmış 9 romanım var ve bir kısmı, Çince ve Almanca dahil olmak üzere, 8 ayrı dile çevrildi. Kitaplarımın altısı fantastik roman ve bunlar için yeni ırklar, hayali hayvanlar ve sihirlerle dolu iki ayrı fantastik diyar yarattım.

-Gerçek dünyadaki tüm bu çalışmalarınıza rağmen fantazi dünyası içinizdekileri okurlarınızla paylaşmanız için sizi kendine çekiyor.
Hayal kurmayı her zaman sevmişimdir. Hayal gücü, daha iyi bir dünya yaratmak için insanlığın elindeki en büyük güç. Fantastik şeyler yazmayı seviyorum çünkü yaratıcılığımı kullanmam için gereken özgürlüğü sağlıyor. Aynı şekilde fantastik kitap okurken yeni yerler keşfetmenin verdiği zevki gerçek dünya veremiyor, iyi bir fantastik roman okurken kendimi Amerika'yı keşfeden Christopher Colombus gibi hissediyorum.

-Korkak ve Canavar'ın Sırpçaya çevrildiğini biliyor musunuz?
Evet bu benim için büyük bir mutluluk. Çin ve Alman okurlar Korkak ve Canavar'ı çok sevdi aynı şeyi Sırp okurlar için de diliyorum.

-Sırbistan'da bulundunuz mu?
Hayır ama çok isterim. Kitabım Çin'de yayınlanınca Şangay Edebiyat Festivaline konuk yazar olarak davet edildim. Ayrıca Frankfurt ve Londra kitap fuarına katılmıştım. Umarım benzer şekilde Sırbistan'a gelme şansım olur. Sırp edebiyatını ve edebiyatçılarını yakından tanımak, ülkenizdeki okurlarımla buluşmak şahane olur. Edebiyatın Sırp ve Türk halkları arasındaki bağları güçlendirecek bir araç olabileceğini düşünüyorum.

-İlham size nereden geliyor? Kafanızda yeni hikayeler var mı?
Eğer yakından ve bir şeyler görmeye çalışarak bakarsanız hayatın içindeki her şey size ilham verebilir. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, rüyalarım, tutkularım, korkularım, insanların paylaşımları... Bunların hepsi birer ilham kaynağı. Çok okuyorum ve geziyorum. İlginç insanlar tanıyıp, öykülerini dinliyorum. Fantastik bir romanda bile insanların duygularını, arzularını ve zayıflıklarını yazıyorsunuz. Farklı olan tek şey kendi yarattığınız dünyaya ait metaforlar kullanıyor olmanız. Şu aralar Şamanlar Diyarı'nın üçüncü ve son kitabı üzerinde çalışmaktayım.

-Fantastik eserler yazmak isteyenlere ne önerirsiniz?
İyi bir fantastik romanın karakterleri ilginç ve çekici olmalıdır. Okurlar onları daha yakından tanımayı istemelidir. Onların yaşamlarını, aşklarını, maceralarını takip edebilmeliyiz, yolculuklarının bir parçası olabilmeliyiz. İyi bir fantastik roman okuru bir sonraki sayfada olacaklar hakkında meraklandırmalı ve şaşırtmalıdır. Tolkien'ın elflerini ve trollerini kullanmak yerine kendi hayal dünyalarından ve kültürlerinden ilham alan yeni karakterler yaratmalarını öneririm. Ve en önemli nokta, eser hangi türe ait olursa olsun, öykü iyi anlatılmalı. Okur edebiyatın tadına varabilmeli. Yazar diyalogları ve karakterleri akıllıca kurgulamalı.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Hep olsun istediğim ama tanıyamadığım abime mektup...




Merhaba Ali, merhaba abi!

Çok can gitti abim çok. Boşbakanımız üç-beş diyor sizin için ama çok kalabalıksınız be orda. Benim söylememe gerek  yok, burdan gidenler senin yanında. 

Aranızdan en çok sen yaktın içimi be Ali, fiili katillerin birden çok diye belki, belki sende çok fazla ben olduğu için, öldürülmek yerine ölüme terk edildiğin için, çok acı çektiğin için. Polisleri küçüklüğümden beri sevmem. Polis dediğin hep aynı, her dönemde aynı. Peki ya doktorlar? Onlar sana bunu nasıl yaptı be abim? Polislere kızılmıyor artık, alıştık. Ama doktorların yaptığı düşünüldükçe boğazıma bir öküz oturuyor. Boğazımdaki öküz yalnız değil. Herkes sokaktayken evde oluşum başka bir dert içime. Tek yapabildiğim klavye başında yardımdı. İşe yaradımı bi haberim. 

Seni o duvarda görünce, o duvar yıkılırken seyredince, benim de içimde bir şeyler parçalandı. Öfkeydi o 'şeyi' parçalayan, sana bunu yapanlara olan öfke, mutluluktu biraz. Çünkü eğer seyrediyorsan yaşadığın halinle tanık olamayacağın bir şey deneyimledin. Duvardaydın... Ethem, Medeni falan o kadar etkilemedi beni ne yalan söyleyeyim, senin o duvarda oluşun ayrı bir şeydi! Sen ki çok büyük Floyd hayranı, duvardaydın, boru mu be! 4.8.2013... 

Şu altı kişi arasında en çok sen sarstın, Pink Floyd yüzünden. Seni daha iyi tanıyorum çünkü. Nerden mi? Sende çok fazla ben var dedim ya. Roger Waters seven adamdan zarar gelir mi ya? Gelmez. Nerden mi biliyorum? Biliyorum işte, ben de senin gibiyim. Dedim ya sende çok fazla ben var diye. Hep bir abim olsun istedim ben ve sen, hep olsun istediğim ama hiç tanıyamadığım abim gibisin. Ben, hep olsun isteyip, hiç tanıyamadığım abimi kaybettim. Belki de bu yüzden her adını gördüğümde ağlamam. 

Türkiye hala aynı. Maktûller faili meçhul, katiller serbest, masumlar içeride. Hala biber gazı ile yaşıyoruz. Ha bir de kuraklık olacak diyor bilim insanları ama sorun etmiyoruz biz arkadaşlarla. Susadıkça adını, adınızı haykıracağız, hükümetimizin polisi istediğimiz suyu sağlayacak bize... 

Kanın, kanınız yerde kalmasın diye savaşılıyor. Boşuna gitmediniz hiçbiriniz. Belki bir daha "A Great Day for Freedom" dinleyemeyeceksin ama bu ülke o günü yaşayacak! 

And there's a change that, even with regret, cannot be undone! 


27 Ocak 2014 Pazartesi

Törpülere Dur Demek

Yazmaya tutkun her insan diğer insanlara yazmayı öğütler. Ben de eksik kalamadım; kalemin kılıçtan üstün olma sebebini bir de benden okuyun :) 

Yazmadan olmuyor. Bunu bir ben değil herkes söylüyor. Çok güzel demiş Sait Faik "Yazmasaydım ölecektim." Insan iki şekilde ölür. Biri gerçek ölümdür; kalp atarken cinler, kurtlar işi bitirir. Öbürü sözde kalandır, kalp durur. Yazmak insanı gerçek ölümden kurtarır her defansında. Yazınca kalp tamir olmaz, manevi hasar giderilmez, zaman geri akmaz ama zararın neresinden dönülse kâr. Kılıç kalemden bu sebepten üstün. Birinin yokluğu birinin varlığı öldürür. 
Yazdıkça sizi içten öldürenlere verdiğiniz savaşı kazanırsınız. Bu benim için böyle ve yalnız değilim, biliyorum. Yazmanın büyüsünü keşfedememiş insanlara sesleniyorum; yazın efendim, yazın! Ne yazdığın mühim değil, ile bir günlük tutmakla başlayın. Yazdıkça gözyaşlarınız mürekkep olur kağıda akar. Ne tepenizin cinleri kalır, ne sizi yiyip bitiren kurtlar. Cinler, kurtlar, gözden akan damlalar ömrünüzün törpüsüdür. Elinize bir kalem alın, törpülere dur deyin. 

Yazmak şeytanlarımızı yenmekte bize yardımcı oluyordu. -Doğu YÜCEL(var0lmayanlar) 

17 Ocak 2014 Cuma

Masal

Mutlu sonlar masaldır
Büyük aşklar, sıkı dostlar...
Hepsi masal.

Masallarda olur ancak
En sıkıştığın anda,
Dibe vurmadan kurtulmak.
Sadece masaldır gülücükler.

Ve o kötü adam
-ve belki de adamlar-
Ayrı koydular masalı yaşamdan.

Deniz Gözyaşı



Denizler de ağlar,
Gözyaşlarını dinleyin
Birçok söyleyecekleri var...

Denizler susmaz asla
ve asla konuşmazlar.
Suskunluklarıdır sözleri
Gözyaşlarıdır dalgalar.